Küfürsüzlük çok zor

Başarılı ve ünlü oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ’u sanıyorum tanımayan kimse yoktur. Bu oyuncuyu herkes Aşk-ı Memnu dizisindeki karakteri ile tanımış olsa da kariyeri incelendiğinde daha çok mafya karakterlerini oynadığı görülmektedir. Bu karakterlerin bir tanesine de bir kişiye garip bir ses tonuyla “Sevgilim Ceren’e söz verdim, küfür etmeyeceğim, ama küfürsüzlük çok zor, gerçekten çok zor!” şeklinde sevdiğim bir repliği vardı. Burada Kıvanç Tatlıtuğ’un Adanalı olmasının getirdiği mizacı mı, karakterlerinde Adanalı taklidi mi yapıyor nedir genelde sert ama iyi, yani iyi olan kötü karakterler şeklinde oluyor. Karakterlerin tamamı suça karışmış olsa da dürüst ve iyi niyetli olan, dolayısıyla saygı duyulan kötü karakterler olduğu görülmektedir. Tabi ki burada bir oyuncunun oynadığı dizi karakterlerini eleştirmeyeceğim, bu işi Murat Soner’e bırakacağım, burada benim ilgimi çeken daha önemli bir şey var: dürüst ve iyi niyetli insanların öfkeli olması.

Adanalılar bu dizi karakterlerindeki gibi insanlar gibi midir bilmem, hayatımda çok fazla adanalı arkadaşım olmadı. Aslen hayatımda tanıdığım en adanalı erkek sevgili amcam Doç. Dr. Abdullah Alperen hocamızdır. Kendisi 20 yılı aşkın bir süredir Adana’da görev yapmış bir insan olarak gayet Adanalı olduğunu düşünüyorum. Bu insanın mizacından yola çıkarak söyleyebilirim ki milyonların yaşadığı Adana gibi bir yerde suç oranlarının film karakterleri gibi olduğunu sanmıyorum, bu konuda yanlış tanıtıldıkları kanaatindeyim fakat iyi niyetli ve dürüst olma, bu durumun getirdiği öfke hali gerçek olabilir. Aslen öfkenin de dürüstçe öfkelenen hali bu karakterdeki insanların genel halidir.

Öfkenin nasıl dürüstçe yaşandığı haline gelince, aklıma her zaman sosyal medyada birkaç defa karşılaştığım bir replik gelir. Bu replikte diyor ki: Eğer eşiniz Rizeliyse muhtemelen öfkeli bir insandır. Muhtemelen eşinizin anneside öfkelidir, babası da. Muhtemelen eşinizin tüm akrabaları öfkelidir. Ayrıca eşinizin tüm arkadaşları da öfkelidir. Bu biraz komik, ama doğruluk payı çok az var. Şöyle ki Adanayla kapışır mı bilmiyorum ama Rizede de insanların öfkeli olduğunu görüyorum. Ayrıca yine ortak olarak iyi niyetli ve dürüst olma hali de var. Fakat burada insanlar dürüstçe öfkeleniyor, iki yüzlülük yapmıyor. Öfkelenmenin bazı fizyolojik etkileri var, yaşanan şartlar vesaire insanı öfkelendiriyor. Gerçekten öfkelendikleri için öfkeleniyor, öfkeleri geçtiğinde de duruyor.

Türkiye’nin birçok ilinden birçok insan tanıdım. Bu insanların çoğu öfkelenmiş gibi davranan insanlar. Güya öfkeleniyor, sana bir takım saçma davranışlarda bulunuyor. Aslen öfkelendiği falan yok, sadece sana gücünün yettiğini düşünüyor. İki yüzlü yani. Bir takım davranışlar gerçekleştirir, ve bunların yanında kâr kalır şeklinde bir düşünceye sahipler. Örneğin Erzurumda yaşlı bir insan ile genç bir arkadaşın yolda saçma bir şekilde yumruk yumruğa kavgaya tutuştuğuna şahit olmuştum. Çevredeki insanlar bu kişilerin kavgasını ayırmaya çalışıyordu. Genç olan arkadaş kavga ayrıldıktan sonra şöyle 2 – 3 saniye kadar bir duruklama yaptı, kafasını yere eğdi, bir düşündü ve tekrar geriye dönerek milletin içerisinde şov yaparcasına diğer adama saldırmaya çalıştı. Burada bu arkadaş ne düşünmüş olabilir? Muhtemelen yere başını eğidiği anda ya haklı çıktığını, yada baskın çıktığını düşünerek tekrar saldırmak gibi bir cahilce davranış gösterdi. Bu arada düşünürken hiçbir öfke belirtisi de göstermiyordu. Yani genç arkadaşın halinde öfkelenmenin fizyolojik semptomları dediğim durum değişimleri yok, yani dürüstçe öfkelenmiyor, öfkelenmiş gibi davranıyor, iki yüzlülük yapıyor, baskın çıktığı için şov yapıyor. Yani güzel ülkemin Güney ve Kuzey bölgelerinde yaşayan insanlarının öfkelense bile dürüstçe öfkelendiğini, iç kısımlarındaki insanların ise iki yüzlü bir şekilde öfkelenme taklidi yaptığını, gücünü geçirdiğine öfkelendiğini görüyoruz. Mesela askerlik yaptığım yıllarda Antep, Erzincan, Konya gibi illerden gelen çocuklar benim sabretmemi acizlik sanarak sürekli öfkeleniyordu. Sonra benden güzel bir tepki almışlardı ve öfkeleri oracıkta kesilmişti. Dediğim gibi, gücün yettiğine…

Öfkelenmenin semptomlarından bahsediyorum, peki öfkelenme nedir ve bu semptomlar nelerdir?

İnternette basit bir araştırma yapınca bile birçok farklı alanda doğru – yanlış öfkeyle ilgili çok makale bulunmaktadır. Bunların bir kısmı Psikoloji ve Sosyoloji bilimleriyle ilgili makaleler olurken, bazıları ise dini konuları içeren makaleler olmaktadır. Bu makalelerin genel bir değerlendirmesini yaparak öfkelenmeyi anlamaya çalışırsak karşımıza şu sonuç çıkıyor: öfke dediğimiz duygu durum hali aslında insanın en doğal duygularından bir tanesidir. Bir insan ben hiç öfkelenmem diyorsa ya yalan diyordur, ya insan değildir. Öyle ki dini makaleleri okuduğumda zaman zaman peygamberlerin de öfkeye kapıldığı olduğu belirtilmektedir. Fakat fetvaları veren arkadaşlar ufak bir tezata düşüyor: peygamberlerin de öfkelendiğini söyleyip, sonra öfkelenmenin cahillik belirtisi olduğunu bildiriyorlar. Bu durumda ya peygamberler cahil yada alim insanlar da öfkeye kapılabiliyor. Bence ikinci seçenek daha mantıklı.

Canlılar incelendiğinde genellikle yırtıcı hayvanların öfke belirtileri gösterdiğini görürüz. Öyle ki internet öfkelenen kedi videoları ile doludur. Çünkü yırtıcı hayvanlar beslenebilmek için avlanabilmek zorundadır. Öfke duygusu da tüm enerjini ve duyularını tek bir av olan hayvana yöneltebilmeni mümkün sağlamaktadır. Böylece bu hayvanlar bir şekilde tüm enerjisini vererek genellikle kendilerinden daha büyük olan hayvanları avlayabilmektedir. İnsanda temelde bir yırtıcı hayvandır. İnsanın evrimsel kökeni pirimatlar olduğu bilinmektedir. Primatlar da aslında yırtıcı hayvanlardır. Sadece insanlarda ufak bir fark var: normalde çoğu yırtıcı hayvan türünde avlanma ve yiyecek bulma görevi dişi tarafından yapılırken insanlarda bir şekilde bu erkek bireylere geçmiş durumdadır. Yine insansı primatlarda (şempanze, babun, orangutan, goril…) erkeklerin avlandığı gözlemlenmektedir. Bu durumda evrimsel açıdan insana gelen soy hattında bir şekilde avlanma dürtüsünün erkeğe geçtiğini söyleyebiliriz. İnsanlarda da erkekler avcı konumundadır. Dolayısıyla öfke semptomlarını erkeklerin görece daha fazla gösterdiğini söyleyebiliriz.

Öfke semptomlarını şu şekilde özetleyebiliriz: genellikle bir haksızlığa uğrama ve istemediğin bir durumun özellikle yapılma durumu vardır, bu durum karşısında kişini nefesi daralır, kalbi hızlanır, düşünebilme kapasitesi azalır, görüş kabiliyeti beyazlaşır. Burada öfke duygusunun heyecan ve korku duygusuyla aynı fizyolojik tepkilere sebep olduğunu görüyoruz. Sadece öfke duygusunda etkiler biraz daha net görülüyor. Öfke duygusunda bir fark var: öfkelenilen şeye saldırma ve onu yok etme isteği. Kişi bu saldırma içgüdüsünden dolayı (evet saldırma bir içgüdüdür) tüm enerjisini öfke sebebi olan şeye yöneltir. Sonunda öfkeyi tatmin ettiğinde ise sakinleşir, kaybolan düşünme yetenekleri geri gelir, kalbi yavaşlar, nefesi yavaşlar, sakinler, bir titreme hali gelir, bazen (bende genellikle) öfkeden sonra bir ağlama haline girildiği görülür.

Bilimsel kaynaklar incelendiğinde öfkelenmenin semptomlarının bu şekilde olduğunu görürüz. Kısaca bu şekilde bir değişim görmediğiniz insanlar muhtemelen öfkelenmiyordur, size gücünü geçirebildiğini düşünen aciz – korkak bir hainden başka bir şey değildir, neyse… Burada dikkat edilmesi gereken nokta öfkenin de heyecan ve korku gibi bir şeye yönelik bir duygu olduğu görülür. Fakat içgüdüleri devreye geçirdiği görülür. Bu durumda bu üç duyguyuda vücutta tetikleyen hormon muhtemelen Adrenalin hormonu oluyor. Çünkü kalbin hızlanması, beynin ve sindirim sisteminin yavaşlaması, dolaşım sisteminin hızlanması bunlar Adrenalin hormonunun etkileridir. Temel içgüdülerin de beyinde amigdala veya ilkel beyin olarak bilinen kısım tarafından yönetildiği bilinmektedir. İnsanın temel hayatta kalma içgüdülerinden bir tanesi de saldırganlıktır. Çünkü hayatta kalabilmesi için saldırması, kaçması ve avlanması gerekiyor, yırtıcı bir hayvan… Bu durumda öfke anında gösterilen davranışlar insanın ilkel bir hayatta kalma içgüdüsü olduğu görülmektedir.

Burada sevgili ilahiyatçılarımızın “öfke cahillikten gelir” hipotezine geliyoruz. Gerçekten öfke anında yapılan davranışlar insanın ilkel halinden gelen davranışlardır. Bu davranışları yöneten amigdala olarak bahsettiğim beyin bölgesi ise insan beyninde bir fasulye tanesi kadar yer kaplayan bir bölgedir. Fakat ilahiyatçıların kaçırdığı nokta ise o fasulye tanesi kadar alanın beynin geri kalan tamamını çok derinden etkilediği ve hatta yönettiği gerçeğidir.

İnsanlar saçma bir şekilde kendi vücutları, karakterleri, davranışları ve duyguları üzerinde kontrol sahibi olduğunu sanır. Fakat durum tam tersidir. Birçok şirket ve kurum insanın bu kontrol sahibi olamama durumunu bilir ve bazı psikolojik manipülasyon teknikleri ile insanı yönlendirebiliyorlar. Dolayısıyla insan aslında duygularından ve düşüncelerinden kontrol sahibi değil. Örnek vermem gerekirse psikiyatristin çok düşük dozda bir ilaç vererek seni bir anda aşırı mutlu, aşırı mutsuz, aşırı motive veya ölmeyi düşünen bir kişi haline çevirebilir. Bunlar biliniyor, yapılıyor ve bilinçli bir şekilde uygulanıyor? Yani kısaca peygamberler cahil insanlar falan değiller, sadece duygularımızın üzerinde kontrolü kaçırıyoruz bazen.

Burada bazı yazarların iki yaşındaki çocuğa “öööğğ pis pis” der gibi yetişkin insanlara kendi istemedikleri ve yanlış buldukları şeyler için “günah”, “cahil” gibi ifadeleri kullanması da saçma. Bunun üzerine daha önce çok geniş bir yazı yazmıştım, o yüzden oraya girmeyeceğim. Dolayısıyla kocaman insanları iki yaşındaki bebek yerine koyarak “günah”, “pis pis” demenin esas cahillik olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine bir şeyin temelini ve detaylarını insanlara daha iyi açıklayıp kararı yine insanların kendilerine bırakmak gerekir. İlim sahibi olmak bunu gerektirir.

Peki cahillik nedir? Cahillik insanın bir şeyi öğrenmemesi ve hatta öğrenmemek konusunda ısrar etmesidir. Evet öfkeleniyoruz, bu ilkel bir davranış. Peki ne yapacağız? Öğreneceğiz. Yani Hz.Muhammet de öfkelenmiştir, fakat öfkelenince birine zarar vermemiştir. Öfkesini yönetmeyi öğrenmiştir. Evet, Hz.Ömer de öfkesiyle tanınan bir insandır, öfkesini yönetmeyi ve iyi şeylere yönlendirebilmeyi öğrenmiştir. Bu sebeple bu gün hala adaletiyle ve savaşçılığıyla anılan bir insan bu kişi. Yani bu kişileri cahil demenin cahillik olduğunu sanıyorum anlamışızdır. Bu durumda bu kişiler cahil değil, çünkü öfkelerini yönetmeyi ve yönlendirmeyi öğrenmişlerdir.

Öfkenin doğası hakkında söyleyeceğim son şeyse öfkenin vektör davranışlarıdır. Hani Kıvanç Tatlıtuğun “küfürsüzlük çok zor” dediği gibi… Bu davranışlar da aslında yukarıda bahsettiğim ilkel saldırganlık içgüdüsünün biraz daha hafifletilmiş bir halidir. Çünkü insan sosyal bir varlık, ayrıca yaşam ve sağlık kutsal bir haktır. Dolayısıyla öfkelenen bir kişi her öfkelendiğinde kendisine ve çevresindeki insanlara zarar vermemeldir. Zaten böyle bir durumda hemen ardından öfke yerini üzüntü ve suçluluk duygusuna bırakmaktadır. Dolayısıyla sosyalleşmiş insan öfke duygusunu tatmin etmek için vektör davranışlara başvuruyor. Yani öfkeyi küfrederek tatmin etmeye çalışıyor. Kısaca karşı tarafa küfrederek, bağırarak, hakaret ederek saldırganlık içgüdüsünü tatmin etmeye çalışıyor. Bazen de vektör davranış bir yerleri yumruklama, kendi saçını yolma, yüzünü tırmalama, bazı eşyaları ve nesneleri kırmak şeklinde ortaya çıkıyor. Yani saldırganlık durumunu bu nesnelere veya kendine uygulamış oluyor bu durumda da. Ben de şahsen bir keresinde öfke sebebiyle arabanın tamponuna tekme atmak gibi bir şey yapmıştım. Saçma bir davranış, bana zarar verdi. Sevgili babam da aynen bu şekilde küfretmenin kendisini sakinleştirdiğini düşünür. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta vektör davranışların öfkelenilen şeyi düzeltmediği veya ortadan kaldırmadığı, dolayısıyla öfkeyi tatmin etmediğidir. Yani ben de öyle öğrendiğim için bu şekilde öfkeden kurtulunabileceğini sanırdım, fakat durum öyle olmuyor. Vektör davranışlar öfkenin çığ gibi büyümesine sebep oluyor. Bir kapıya yumruk atınca daha sağlam bir yumruk atasın geliyor, bir eşyayı kırınca daha fazla eşya kırasın geliyor, küfredince daha fazla küfredesin geliyor. Bu sebeple küfürsüzlük çok zor. Ayrıca eşyalar çok pahalı, enflasyon öfke tanımıyor. 🙂

Bilişsel davranışçı psikoloji bilimcileri öfkenin öğrenilen bir davranış olduğunu söylemektedir. Yani bir çocuk babasının küfrederek öfkesini gösterdiğini görüyor, kendisi de aynısını yapıyor. Hatta bir keresinde 3 – 4 yaşlarında bir çocuğun yumruğunu sıkarak öfke davranışı taklit ettiğine şahit olmuştum. Dolayısıyla benim vektör davranış, yani öfkeyi tetikleyen davranışlar olarak tanımladığım bu davranışları çocuklar öncelikle anne ve babalarından, sonra bütün çevresinden görüyor. Bunları öğreniyor ve uyguluyor. Gelinen noktada ise etraf dürüst ve iki yüzlü olan öfkeli insanlar ile dolmuş oluyor.

Bu durum tehlikeli bir durumdur, zira bir süre sonra ne zaman sokağa çıksan öfkeni arttıran başka öfkeli insanlar olmaya başlıyor. Trafikte üzerine araba süreni mi ararsın, sokakta bağıranı mı falan… Yaşamak daha zor bir hale gelmiş oluyor. Peki ne yapmak gerekiyor?

Aslen yapılması gereken bir şeyi yukarıda da verdim: öğrenmemekte ısrarcı olmayacağız, öğreneceğiz. Yani cahil olmayacağız. Neyi öğreneceğiz? Öfkenin doğasını öğrenmek gerekiyor, öfke ile nasıl başa çıkılması gerektiğinin bilinmesi gerekiyor, öfke vektörü olan davranışların nasıl terk edilmesi gerektiğinin öğrenilmesi gerekiyor. Bunları öğrenmek konusunda bende henüz cahil bir pozisyonda olduğumu iddia edebilirim. Zira dürüst ve iyi niyetli insanların öfkeli olduklarını gözlemlediğimi söylemiştim. Ayrıca öfkelenmenin temel koşulunun öfke konusu olan bir haksızlığa uğrama hali olduğunu da belirtmiştim. Dolayısıyla bizim ülkemizde dürüst ve iyi niyetli olmak başlı başına bir öfke vektörüdür. Dürüst olmamalısınız. İyi niyetli olmamalısınız. Çoğu zaman bencil davranışlar sergilemeli ve gerektiğinde yalanlar söylemelisiniz. İşleri dürüst bir şekilde yetiştirmeye çalışırsanız öfkenirsiniz, çünkü kimse işini doğru düzgün yapmıyor ve bir süre sonra sen tek başına işte çuvalladığını görerek haksızlık durumunda kaldığını görüyorsun ve öfkeleniyorsun. Toplum içerisinde birilerinin yalan söyleyerek veya hile yaparak daha fazla şeyler yaptığını görüyorsun, öfkeleniyorsun. Dolayısıyla dürüst ve iyi niyetli olmaya çalışmak, çoğu durumda bunda ısrarcı olmak zordur ve bizim toplumumuzda gerekli değildir. Eğer yapmak istediğiniz şeyleri yapar ve istediğiniz konuma ve güce erişirseniz tekrar dürüst ve iyi niyetli olma haline geri dönebilirsiniz. Fakat mevcut durumda ise dürüst ve iyi niyetli olmak konusunda ısrarcı olmamak öfkeyi azaltmaktadır. İlginçtir ama şerefsiz ve adi olursanız daha az öfkelenirsiniz.

Daha önce okuduğum birçok kaynakta ise öfke duygusunu hissetmeye başladığınızda, yani yukarıda saydığım semptomları hissettiğinizde, ayaktaysan otur, elinde bir iş varsa o işi bırak, oturuyorsan arkana yaslan veya biraz uzan şeklinde bir şey vardı. Bu öğütler doğru ama uygulaması biraz zor. Çünkü dediğim gibi öfke halinde beynin düşünme kapasitesi azaldığı için “dur ben bir oturayım” demen mümkün olmayabiliyor. Bunun yerine seni öfkeye götüren davranışlarının ne olduğunu tespit edip onları değiştirmen daha iyi olur. Haksızlık durumundan bahsetmiştim, bazen bir insanda bir şeyi değiştirmeye çalışırsanız, örneğin çalışmayan bir insanı çalıştırmaya çalışmak gibi, sizi öfkelendirir. Çünkü söylenen şeyi senin gıcığına giderek yapmıyor gibi bir hissiyata kapılıyorsun, bilinç altında bu da bir haksızlık durumu olarak algılanıyor ve öfkeye sebep oluyor. Dolayısıyla öfkelenmeden hemen önce ne yapıyordunuz? Bunları bir düşünürseniz, bunları değiştirirseniz öfkeye de kapılmazsınız. Dolayısıyla işlerin zamanında yetişmemesini kafaya mı takıyorsunuz, takmayın, sürekli bir şeyler ters mi gidiyor, yansın dünya, dünya size mi ait, birine inatla bir şey mi öğretmeye çalışıyorsunuz, bırakın öğrenmesin, öğrendiği kadar, bir insana bir laf mı anlatmaya çalışıyorsun, laf anlamak istemeyen anlamayacaktır zaten, sonunda tartışmada en başa döneceksinizdir. Dolayısıyla bu davranışlar da öfkeye götüren vektör davranışlardır. bunlardan vazgeçmek veya daha akıllıca yöntemler bulmak iyi bir şey olabilir.

Öfke duygusunu iyi yönetmek için benim en sevdiğim yöntem ise Hz.Ömer’in tekniğidir. Bu bilgiyi katıldığım bir seminer sırasında bir motivasyon konuşmacısından öğrenmiştim, bu önemli değil. Yöntem şu şekilde: öfkeni bir şeye yönlendiriyorsun. Diyelim ki öfken bastırdığında bir şeylere vurmak isityorsun boks, karete, judo, kickbox gibi dövüş sanatlarına gir. Ben şahsen öfkemi yazıya yönlendirmeye çalışıyorum. Küfürler ediyorum, ama insanların yüzüne değil, bilgisayarımda bir dosya açıyorum ve oraya on sayfa küfür ve hakaret ediyorum. Burada garip bir durum var: beyniniz yarım kalan işleri kapatmak istemiyor ve onları sürekli tekrar ediyor. Sende aslında saldırganlık içgüdünü göstermeyerek yarım bırakılmış bir iş bırakıyorsun. Beynin de o yarım bırakılmış işi kapatmak için unutmamaya çalışıyor. Bu sefer seni öfkelendiren şeyi sürekli düşünmek ve vektör davranışları göstermek durumunda kalıyorsun. Yani sürekli belirli bir düzeyin üzerinde duran, bir süre fiziksel olarak hastalanmanıza sebep olan bir kronik öfke hali oluyor. Yazın efendim, aklınıza ne gelirse. Kelime işlemci yazılımınızın bir kaydet butonu buluyor. Beyniniz bir şeyi oraya kaydettiğini bildiği zaman onu tekrar etmeyi bırakıyor. Benim şuan bu çarşaf gibi yazıyı yazmamın sebebi de bu, terapi gibi. Beyninizi bir şeyin unutulup gündemden gideceğini düşünmüyor, unutulmaması gereken şeyi tutma görevini bilgisayara ve deftere yükleyin, kaydet tuşuna basın. Hz.Ömer ise bu öfkesini savaş sanatına yönlendirmiştir. Bu şekilde usta bir savaşçı olmuştur. Öfkeyi yönlendirerek yapılacak bir şey bulmak tamamen sizin hayal gücünüze ve hobilerinize kalmış. Kısaca bir işi yapmaktan keyif alıyorsanız öfkelenince o işi yapmaya çalışın. Mesela kendini öfkeli hissediyorsan bir müzik açabilirsin. Öfken oraya yönlenerek senden gidecektir. Ayrıca seni oraya odaklayarak ortaya çok iyi iş çıkarmanızı sağlayabilir.

Bazı kaynaklarda ise su içmenin öfke durumunu azalttığından bahsetmiştir. Ne kadar doğrudur bilmiyorum fakat kendimde gözlemlediğim komik bir durum ise acıkınca öfkeli olduğum durumu. Komiktir ama 1 milyon yıl önceki pirimat atalarımız acıkınca öfkelenmiş ve bir otçul hayvana saldırmışlar. Bunun sonucu karnını doyurmuştur. O zamanlar toplum, sosyalleşme ve ahlak kuralları yoktu tabi. Hatta doğada bu tip şeylerin yeri de yoktur. Dolayısıyla insanlarda da bu durum söz konusu olduğunda aynı ilkel duygu ortaya çıkıyor. Dolayısıyla eğer öfkeli ve gergin hissediyorsanız acıkmış veya susuz kalmış olabilirsiniz. Vücudunuzun ihtiyaçlarına kulak verin.

Yukarıda öfkeyi yönetebilmenin ilim sahibi insanların özelliği olduğunu söylemiştim. Dolayısıyla öfkeleniyorsanız hala bir şeyleri tam yönetemiyorsunuz demektir. Yani ilminizi arttırmanız gerekmektedir. Dolayısıyla bu konudaki kaynakları okumanız, sosyal medyada bu konudaki içerikleri takip etmeniz ve en önemlisi psikolojik yardım almanız gerekir. Bizim toplumumuzda daha cahil kalmanız için bu tip davranışlar aşağılanır. Aşağılayan cahildir, okuyun ve öğrenin. Öfkeyi yönetmesini bir şekilde öğrenmemiz gerekmektedir. Bazen gittiğiniz bir uzman kişi öfkenizin kaynağını aptallık, cahillik, şımarıklık veya dayak istemek gibi şeylere bağlayabilir. Öte yandan gerçekten kontrolü kaybettiğinizi düşünüyorsanız başka uzman kişilerden yardım almaya çalışmanız ilmi bir davranış olacaktır. Tabi yukarıda bahsettiğim öfkelenmiş taklidi yapan dürüst olmayan kişilerdenseniz onu siz bilirsiniz.

Öfke hakkında şuanlık aklıma gelen her şeyi söylemiş bulunuyorum. Şunu unutmayın, hayatta hiç bir şey öfkelenerek kendine ve sevdiklerine zarar verecek kadar kıymetli değildir. Her şey adidir ve boştur. Önemli olan sadece siz ve ailenizdir. Kendinizden başkasını önemsemeyin. Adi ve şerefsiz insanlar bir şekilde yolunu bulacaktır. Sizin bir şeyler için öfkelenmenize gerek yok. Hayatta en önemli olan şey sizin sağlığınız ve mutluluğunuzdur. Bunu bilin ve öfke duygunuzu bırakmaya çalışın. Ben de öyle yapmaya çalışıyorum. Mutlu, huzurlu, ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Teşekkür ederim.

TEPEYE DÖN