“Kanun” dediğimiz kavram geniş perspektiften baktığımızda modern insan türünün evriminden hatta diğer 14 insansı (hominid) türünün evriminden daha önceye dayandığı şeklinde bir abartıya varabiliriz. Çünkü ilk defa diğer kuyruksuz maymunlar ile beraber yaşamaya karar veren ve bir sürü oluşturan ilk kuyruksuz maymun topluluğu beraber yaşamak için kurallara ihtiyaç duyuyordu. Aynen diğer tüm sürü halinde yaşayan hayvanların sürülerinde de bazı kuralların geçerli olması gibi. Bu kurallara biz modern insanlar ise daha sonra “Ahlak” kuralları diyerek tüm topluma uyguladık. Zira bizim sürülerimiz olan “insan toplumları” da var olabilmek için yine o malum kuyruksuz maymunların sürüleri gibi bazı kurallara var oldu ve böylece ahlak kuralları ortaya çıkmış oldu.
Ahlak kurallarını kısaca “İnsanların bir arada yaşamak için aralarında geliştirdikleri sözlü kurallarıdır.” şeklinde tanımlayan bir sürü kitap görmüşsünüzdür. Fakat bunların daha geniş kapsamda olanlarına ise biz ahlak kuralları değil “örf ve adetler” diyoruz. Bu “örf” diye bildiğimiz şey ise “Toplumların var olabilmesi için oluşmuş yazılı olmayan, sözsüz kanunlar.” olarak tanımlamaktayız. Günümüzdeki modern hukuk sistemini de incelediğimizde toplumda var olan örflerin yazılı hale getirilmesiyle oluşmuş geleneksel hukuk sistemine günümüz dünya koşullarını sağlayan bazı kuralların kanun koyucu (Türkiye Büyük Millet Meclisi) tarafından konulmasıyla oluşmuş aslında “karma” diyeceğimiz bir hukuk sistemidir.
İnsan için sürü halinde (toplumlar/topluluklar oluşturarak) yaşamak bir tercih değil, zorunluluktur. Çünkü insanlar hiçbir şekilde diğer hayvanlardan daha güçlü değil, onlardan tek güçlü yanımız akıl sahibi olma özelliğimizdir. Dolayısıyla bir maymun içerisinde oluşan kanunlar ne zaman akıl yoluyla bir ahlak kavramını ortaya çıkardı, o zaman insan dediğimiz şey de kendi sürülerine toplum demeye başladı. Dolayısıyla bir canlının “insan” olarak anılması onun “ahlak” sahibi olup olmamasıyla yakından ilişkilidir. Ahlak sahibi olmayan bir canlıya insan demek zor bir şeydir. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi insanın evriminden ahlak gibi kanunları çıkarmak imkansız bir şeydir ve bu gün gördüğümüz modern hukuk sistemi bile o kurallar bütününe bağlıdır.
Bütün bu söylediklerimi bir bağlamda değerlendirdiğimizde insan olmak kavramı ile hukuki bir varlık olma kavramının eş anlamlı olarak kullanılabileceğini öne sürebiliriz. Örneğin sen bir köpeğe seni nedensiz yere ısırdığı için bir suçlama yapamazsın veya bir domuza yaptığı şeyden dolayıda dava açamazsın. Çünkü bu varlıklar canlıdır, fakat insan değildir, bu durumda hukuki bir varlık da değillerdir.
Fakat günümüze geldiğimizde sadece akşam haberlerini incelediğimizde bile toplum olma ve hatta insan olma özelliğimizi kaybettiğimiz algısına kapılıyorum. Üstelik sadece akşam haberleri ile değil; gün içerisinde sokağa çıktığımda, iş yerime (okula) gittiğimde insanların bana ve diğer arkadaşlarıma olan davranışlarını gördüğümde ve hatta sosyal medya hesaplarıma girdiğimde sadece bunu görüyorum.
Geçtiğimiz yıllarda telefonumda bulunan sosyal medya uygulamalarının büyük bir bölümünü silmiştim. Çünkü içimde kronik hale gelmiş bir öfke bulunuyor ve bu öfkeyi tedavi etmeye çalışıyordum. Bu sebeple bir karar aldım: beni öfkelendiren ne varsa benden uzağa göndereceğim onu. Sonra bu kararı almamdan çok kısa bir süre sonra Twitter (X) adlı uygulamaya girdim. Ekranı sadece 1 sefer aşağıya doğru kaydırdım. 3 – 4 tane şey gördüm. Bu gördüğüm şeyler: bir baba kızına tecavüz etmiş, bilmem nerede kim birini 100 ₺’dan sebep bıçaklamış, bilmem kim bilmem ne maymunluğu yapıyor. Ben de içimden “Allah hepinizi bildiği gibi yapsın” diyerek o an telefonumda bulunan Twitter uygulamasını sildim. Devam eden süreçte birilerinin yazdığım şeylere küfürlü şeyler söylemesi ve direk mesaj ile ulaşarak “o yazdığını oradan sil” demesi gibi sebeplerden Facebook uygulamasını da sildim. Geçen ay da YouTube üzerinde bir videoda bir öğretmenin çocuğun durumunu konuşmak için veliyi çağırıyor. Veliye “böyle giderse çocuk okulda kalacak” diyor. Videodaki veli öğretmene arkasını dönerek “gideyim de oğlumla konuşayım böyle kafasızla bir yıl kaybedeceğine sınıfta kalsın” diyerek öğretmene hakaret ediyor. Daha sonra “Ezel” adlı bir grup müptezelin hayatını anlatan bir diziye ait olduğunu öğrendiğim bu video beni öfkelendirmedi. Beni öfkelendiren şey bu videonun altındaki yorumlarda “baba gibi baba”, “böyle baban oldu mu sırtın yere gelmez” gibi yorumlar oldu. YouTube’u da Facebook ile aynı sebepten silmiş oldum. Zira bir gurup aptalın olduğu yerde benim gibi bir insanın işi yoktu. Çünkü ben insanlara “öğretmen doğru olanı yaparak veliyle görüşüyor, çocuğun durumunu bildiriyor, aynı zamanda çocuk ortamda değil, sadece veliyle konuşuyor, öğretmeni aşağılayan bir baba iyi bir baba olamaz, öğretmeni aşağılamak kendini aşağılamaktır” gibi şeyler yazmaya başladıkça en son bir kişi “sen kendi çocuğunu öğretmene böyle aşağılattırırsın” demişti. Oooooh-a… dedim kendi kendime. Arkadaşlara öğretmenin çocuk ile aynı sahnede bile olmadığını söylüyorum, aşağılamaya ısrarla devam etmek için yazdıklarımı bile okumuyorlar.
Bu konuda sosyal medya uygulamalarını suçlayamam. Yukarıda da dediğim gibi bir böceği seni ısırdığı için suçlayamazsın. Çünkü yapılan araştırmalar insanların en anormal tepkileri öfke anında verdiğini gösteriyor. Zira öfkelendiğin zaman doğrudan fiziksel bir tepki veriyorsun. Eğer duygusal bir insansan bu duyguyu da diğer duygulardan çok daha güçlü yaşıyorsun. Bu ruhu delik deşik eden duygu sonucu yaptığın bazı tepkisel davranışlar oluyor. Örneğin sosyal medyada yukarıda saydığım üç postu gördüğünüzde hepsine basıyorsun küfrü, hemde yazılı olarak. Bunun gibi bir şeyin senin açından iki sonucu oluyor: 1.Kanunda artık boşluk yok, kanun içi boş su kabağına dönmüş durumda, dolayısıyla sen verdiğin şeyde haklı olsan bile o kişi sana dava açabiliyor ve devletin savcısı – arabulucusu – avukatı karşına geçip suçlusun diyor. Yani suçlular haklı, haklılar suçlu olmuş durumdadır. 2.Öfkelendiğin zaman sosyal medyada küfür ediyorsun, bu seni kişisel olarak hem çirkin bir duruma düşürüyor, hem de hissettiğin duygu fiziksel olarak seni hasta ediyor fakat yine de çok kallavi bir etkileşim almış oluyorlar sende. Böylece yukarıda bahsettiğim böceğin beslenebilmek için sadece etkileşim göstermen gerekiyor. Etkileşimin nasıl olduğu önemli değil. Dolayısıyla en kolay etkileşim gösterdiğin, kısaca zaafiyet gösterdiğin şey de öfke oluyor. Bu sebeple öfke duygunu sürekli köpürterek seni insanca yaşayamaz bir ruh haline söküyorlar.
Aynı şeyi televizyon haberleri, gazeteler, magazin yayınları ve hatta ünlüler yaparak bu şekilde etkileşim almaya çalışıyorlar. Fakat ortada bir sorun var: etkileşim sömüreceğiz diye anti depresan kullanımı 3 – 4 kat arttı. Yani yukarıda saydığım teknolojilerin hepsine “kitle iletişim araçları” diyecek olursak, birileri artık daha fazla para kazanmak için toplum olarak herkesin ruhunu emmeye ve hatta sömürmeye başladı. Üstelik herşey kanuni, senin verdiğin tepki kanunsuz.
Benim gibi bir Necip Fazıl, kendisine baktığı zaman yaptığı her şeyin suç niteliği taşıdığını görerek bunalmaktadır. Diğer 5 temel duygudan çok da farklı bir amacı olmamasına rağmen öfke duygusunu hissediyor olmak suç, düşündüklerini konuşmak suç, sokakta yürüyüş yapmak suç, mesleğini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışmak en yüksek cezayı gerektiren suç, ve hatta düşüncelerini yazı yazmak yoluyla açıklamak bile suç, hatta öyle ki sık sık bu bloga yazdığım şeylerden dolayı canımı sıkacak şeyler yaşıyorum, birileri bana yazılarımı sildirtmeye çalışıyor veya sadece yazdıklarımı sebep göstererek bana karşı bazı davranışları “haklı olarak” gösterebiliyor. Üstelik anayasamızın 26.maddesinin 1.fıkrasına göre istediğimi düşünme ve düşündüklerimi istediğim şekilde açıklama hakkımın olmasına rağmen.
Bu “haklı olarak” kavramına az sonra geleceğim, fakat toplum içerisinde hiç bir şekilde suç oluşturmayan şeylerin olduğunu görüyoruz. Bunların hepsini yukarıda bahsettiğim TV, sosyal medya ve diğer yayınlarda gördüğümüz şeyler. Birkaç örnek vermek gerekirse gasp ve hırsızlık hiç suç değil, bunu yapanlar elini kolunu sallayarak etrafta dolaşabiliyor. İnsanları öldürmek hiç suç değil, zira bir gün geçmiyor ki bahsettiğim mecralarda bir cinayet ve hatta katliam haberi duymayalım. Bunları yapanlar da bir af gelir en fazla birkaç yıl yatar ve çıkar. Tecavüz, gasp, adam yaralama, örgütlü gasp ve cinayet, uyuşturucu tacirliği, bahis, kumar ve fuhuş, çocukları uyuşturucuya alıştırmak için okulun etrafında torbacılık yapmak, haraç kesme, çete kurma, trafikte terör estirme… Bunların hiçbirisi nedense suç olarak sayılmıyor.
Bunu nereden mi çıkartıyorum? Yukarıda bahsettiğim adalet ve güvenlik personelleri basit bir karikatürü kendi internet sitemde paylaşmak gibi bir şeyde, yazdığım bir yazıda, öfkelendiğim için ettiğim bir argo sözde vesaire karşıma geçerek “suçlusun, suçlsunda suçlusun, suçlusun işte suçlusun, ooohhh suçlsuun, suçlusunda suçlusun, amaaan suçlsuun, aaahhhh suçlusun…” gibi göbek atıyor. Bazen gördüklerime inanamıyorum ya, arabulucusun sen dedim bir tanesine, kendine gel, uyan dedim. Fakat aynı personel yukarıda bahsettiğim, aslında hepsi 5237 sayılı Türk Ceza Kanuna göre ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanuna göre Katalog Suçlar sınıfına giren suçları işleyen insanlardan korkuyorlar ve hatta bazılarına göz yumuyorlar.
Ben şahsen bazılarını da koruduklarını düşünüyorum. Örneğin bir seferinde ben farkında değilip, 16 yaşında bir ergen e-Devlet veritabanını patlatarak ortalığı ayağı kaldırmış. Ben tabi öfkeden uzak durmaya çalıştığım ve ortalama kalp atış sayımı 100 atımın altına düşürmeye çalıştığım için bu tip haberleri okumuyorum, haberim yok, fakat herkes biliyormuş. Arkadaş, telefonuma birileri dadanmış 0850’li numaralardan arayarak bana sahte sözleşmeler kabul ettirmeye çalışıyor. Örneğin bir tanesini açtım ve “internet tahhüt sürenizin sonuna geldiniz, 6200 bilmem kaç kanun kapsamında faiş faturalarla karşılaşmamak için internet tahhüdünüzü yenilemek için 1 tuşuna basınız” gibi bir telesekreter mesajı ile karşılaştım. Ulan dedim, bakalım ne olacak, bastım 1’e. (Üstelik internetimin tahhüdünün bitmesine 18 ay kaldığını da biliyorum.) Ertesi gün bir kadın aradı beni, “dün oluşturduğunuz talepten dolayı arıyorum sizi, kalite standartlarımız gereğii…” kestim sözünü, “siz hangi firmadan beni arıyorsunuz?” diye sordum, kadın bir durakladı “Türk Telekom’dan aranıyorsunuz” dedi, bu sefer ben garip bir duyguya kapılarak “Telefon numaramı nereden buldunuz?” diye sordum, kadın çat diye telefonu yüzüme kapattı.
Eğer dolandırıcılık mantığını anlamadıysanız bu kişiler doğrudan devletin hukuk sistemini kullanarak bizleri dolandırmaya çalışıyorlar. Örneğin beni arayan kadın bana bir sözleşme imzalatmaya çalışıyor. Bazen de sözleşme için benden bir takım sözleşme parası bile talep ediyor. Eğer ben salaksam parayı verip sözde internetimin tahhüdünü yeniletiyorum. Bu sefer belirli bir süre sonra kadın değil, neidüğü belirsiz herifler arıyor, bak biz tefeciyiz, oyuz, buyuz, şuyuz, bu sözleşmeden dolayı bana 30 bin TL borcun var (o zaman ki maaşımın 3.5 katı), imzaladığın firma bocu bize sattı, biz mahkemeye vererek de senden bu paranın 2 katını alırız, başka yollarla da alırız gibi tehditler ederek beni haraca bağlamaya çalışıyorlar.
YouTube’da Tasarımcı Dayı adlı kanalın bu konuda çok güzel videoları var, Burak bey dolandırılmalara doymadı ama herhalde videoların kazancı dolandırdıklarını karşılıyordur diye düşünüyorum, onu izleyebilirsiniz. Fakat o dönemde bu tip aramaların sayısı o kadar çok arttı ki 17 – 18 farklı telefon numarasından beni arayıp hep aynı mesaj “6 bin bilmem ne kanun kapsamında…”, bu arada öyle bir kanun yok. Bu aramaların sayısı o kadar arttı ki bir ara sadece 40 dk’lık bir dersin ortasında 7 – 8 defa çalmıştı telefonum. Arkadaşlar sağolsun utanma arlanma yok, AHLAK YOK, takıntılı eski sevgilim gibi beni bir ders esnasında sürekli çalıyor kapatıyorum, bir daha çalıyor. Açana kadar. Çünkü telesekreteri otomatik arayacak şekilde ayarlamışlar. Bunun için bile yorulmuyorlar.
Bende bu 17 – 18 numarayı toplayıp böyle kallavi bir şikayet dilekçesi yazıp bulunduğum ilçedeki savcılığa şikayette bulundum. Dedim “beni dolandırmaya çalışıyorlar, üstelik devletin hukuk sistemini bu yolla zedeliyorlar, ben kendimi dolandırtmadım fakat yaşlı veya çocuk bir insanı veya basireti bağlanmış bir insanı gayet rahat dolandırabiliyorlar, bu kişiler hukuku bile maskaraya almışlar” falan döşedim 2 sayfa verdim kâtibe. 😀 2 ay kadar kısa bir süre sonra savcılıktan karar “Müştaki şikayetinde dolandırıcılık faaliyetinin olduğunu bildirmiş fakat kendisini dolandırtmadığını bildirmiş. Bu sebeple … kanun … fıkrasına göre dolandırıcılık suçunun kurucu unsurlarının oluşmadığına kanaat getirilerek kovuşturmaya gerek yoktur.” yazmışlar. Arkadaş aldı beni bir gülmek, gülüyorum, herkes bakıyor, Necip, neden bu kadar mutlusun diyorlar, ben yine gülüyorum, en son eşim aynı şeyi sorunca, dedim “sayın savcı bey amca, kendini dolandırtmadın, bu yüzden sen suçlusun, ne yiyecek bu adamlar, taş mı yesinler, görevi başındaki personele (dolandırıcıya yani) görevini yaptırtmadığın için seni suçlardım ama kovuşturmaya gerek yok” yazmış dedim. O da her zaman ki tavrıyla bir önemsemezlik fırlattı, “ne yapsınlar şimdi dağın başından kalkıp HTS kayıtlarını mı incelesinler, ne yapsınlar?” dedi.
Bu örnek beni en fazla gülümseten örnek olduğu için bu gibi bir düzine örnekten dolayı devletin adalet sisteminin artık bu gibi olaylara göz yummak zorunda kaldığını düşünüyorum. Burada da ortaya benim kendi icadım bir kavram olan “Kabaetler kanunu” ortaya çıkıyor. Bu kanunu 5326 sayılı Kabahatler kanunu ile karıştırmayın, bu 7575 sayılı Kabaetler Kanunu oluyor. 🙂 (Bu sayı şuanda hiçbir kanunda yok.:) )
Dolayısıyla devletimizin adalet sisteminin artık hiçbir kanuna göre değil, Kabaetler kanununa göre karar verdiğini düşünüyorum. Ortada şöyle bir mekanizma dönüyor: Artık savcı ve hakimler bile can korkusuyla yaşıyor. Çünkü tüm evraklarda adı, soyadı, hatta ikamet adresi var, serserinin birsi kendisini kafaya taktıktan sonra en fazla 2 yılda bir af, bir sonraki hedef ilgili adalet ve güvenlik personellerinin kendisi oluyor. İnternet ve haberler bu şekilde saldırıya uğrayan, polis, asker, güvenlik görevlisi, savcı, hakim, avukat ve diğer personellerin haberleriyle dolu, benim bahsetmekten ruhum rahatsız oluyor, sizler zaten bunları okumuşsunuzdur, en az 5 – 6 tanesine denk gelmişsinizdir. Dolayısıyla savcı Kabaetler kanunun ilgili madde ve fıkarasına bakıyor, kanun diyor ki memur bir insan aldığı ceza için muhtemelen böyle bir serserilik yapamaz, ona TCK’nın en ağır cezasını ver, ilgili personel bana bakıyor, evet diyor Suçlsuun. Sonra aynı personelin önüne bir serseri geliyor, Kabaetler kanununa bakıyor, kanunun ilgili madde ve fıkrası diyor ki “bu tinerci sen savcılıktan dışarıya çıktığın gün sana saldırı yapacaktır, zaten ailen ve çocukların var”, savcı ilgili kanunlara bakıyor, ilgili tinerciye en fazla 1 – 2 ay ceza verebilir, karar: tutuksuz yargılanmak üzere serbest… Sonra ilgili tinerci, gidip 4500.suç kaydını açmak için savcılığın kapısından dışarıya sırıtarak çıkar.
Bu anlattığım şeyin adını ben “Kabaetler Kanunu” koydum fakat başka insanlar aralarında ortak bir isim belirlemişler buna: toplumsal yozlaşma. Örneğin yakın zamanda farklı pozisyonlarda üst düzey personel olarak çalışan 400 kadar kişinin diploması sahte çıkmıştı. İlgili kişiler o kadar utanmaz hale gelmişler ki, sahte diplomamı istedim, paramı ödedim, sahte diplomamı vermediler diyerek bazı internet sitelerine şikayette bulunuyorlar. Ben bu şeyi YouTube üzerinde Dr.Kadir Kuru adlı kanaldan izledim ve Kadir haklı olarak “artık toplumsal çürüme veya yozlaşma diye bir şey yok, tamamen kokuşmuş ve çürümüş bir toplum var” diyordu. Daha sonra farklı bir YouTube kanalı olan AkademikLink adlı kanalda Behçet hoca da benzer bir eleştiri açmış. Dün, ona da bu eleştirisinin suç olduğunu söyleyerek soruşturma yapmışlar.
Kısaca öyle bir durumdayız ki birileri sahte diploma dağıtıyorlar, hatta insanlardan paralarını “filanca yerdeki filanca rektör bunları imzalıyor, rektörün yardımcısı bilmem ne…” diyerek alıyor, birileri de bu paraları veriyor, hatta hiç utanmayarak bunları gayet normal bir şey yapıyormuş gibi paylaşıyorlar. Kimse utanmıyor, onların yaptığı suç değil ama senin bunun hakkında konuşman suç Behçet hoca diyorlar, utanmalısın diyorlar, ben utanıyorum.
Hatta bu toplumsal yozlaşmanın adını ilk defa Dr.Zeliha Bürtek adlı hocadan duyduk. O zamanlarda kimse bu kişinin hoca olduğunu bilmiyor, sokak röportaj videoları çeken bir kanal bu kadına mikrofon uzatıyor ve bu konuları soruyor, ekonomi hakkında sorular soruyor ve zeliha hoca çok güzel bir cevap veriyor: Kapital kendini yok etmez, ekonomik darboğazlar geçicidir, fakat bunların sonucu toplumsal yozlaşmadır, ekonomi daha güçlü bir şekilde ayağa kalkar ama yozlaşmış toplum ne olur bilemem” demişti. Daha sonra ben bu kişinin Zeliha hoca olduğunu yine AkademikLink kanalında Prof.Dr. Behçet Yalın Özkara ile Doç.Dr.Zeliha Bürtek ropörtajında tanıdım.
Zeliha hocanın söylediği bu manalı sözü benim daha önce icat ettiğim Kabaetler kanunu ile karşılaştırdığımda aklıma bir problem durumu geldi: hukuk sistemi çöküyor, hatta öyle ki en tehlikeli ve yaşanmaz ülkeler sıralamasında Avrupada birinci, Dünyada ikinci olmuşuz, bizden daha önde sadece sokak ortasında adam doğranan Kolombiya kalmış, dolayısıyla Hukuk demek insan demek olduğuna göre, insanı hukuksal bir canlı olarak da düşünebileceğimize göre, hukuk yok olursa biz de yok mu olacağız?
Bu da benim aklıma yeni bir hipotez getirdi: hukuk kendini yok etmez. Bu hipotezimi kanıtlamak için bir düşünce deneyi yapmaya karar verdim. Bu deneyde bir distopya düşünüyoruz: öyle bir dünya düşünelim ki hukuk tamamen bitmiş, isteyen istediğini yok edebilir, her şeyi yapabilir gibi düşünelim. Bu distopyada kısa zamanda örneğin birisi gıcık kaptığı birini öldürecektir, birisi et ihtiyacını karşılamak için birini öldürecektir, birisi bir takım çeteler kurarak diğer insanların mal varlığını gasp etmek için binlerce insanı öldürecektir. Bu iğrenç manzara böyle yıllarca sürebilir. Zira dünyada 8.5 milyar insan var, öle öle ancak belki bir 50 yıla biterler. Bir süre sonra öldüren insanlar da daha başka insanların avı haline gelmeye başlar. Ne bileyim birileri zevk için tüfekle insan avlamaya falan çıkar belki. (Bu güzel bir fikir değil, unutun bunu. 😀 )
Fakat bir süre sonra öyle bir durum oluşur ki insanlar taş devrinde kaç nüfusa sahipse o kadar nüfusa gerilerler. Ve tekrar barış ve hukuk ortamı kendini ortaya koyacaktır. Nasıl mı? Çünkü birileri hunharca insan doğramaya devam ederken doğal olarak da bazı güçlü ve “iyi” insanlar ortaya çıkacaktır. Bir süre sonra kötü insanlar da birbirlerine av olmaya başlayınca öyle bir süre gelecektir ki kötü insanlar kendilerini de tamamen budayacaktır. Hayatta kalan insanlar yine hayatta kalan “güçlü ve iyi” insanların yönetiminde yeni kabileler ve şehir devletleri kuracaktır. Herkes gıcık kaptığını öldürdüğü için, öldüren kişiyi de başka gıcık kapan öldürdüğü için birbirlerine gıcık kapan, aralarında ikilik bulunan insanlar kendilerini komple bu dünyadan budayacaktır. Geriye birbirleri ile anlaşan ve güçlü ve iyi insanaların liderliğinde bir araya gelmiş homojen insan toplulukları kalacaktır.
Bu şekilde homojen karakterde insan toplulukları da bir arada yaşamak durumunda olduğu için yine sürü kuralları – ahlak kuralları – örf ve adetler – yazılı olmayan hukuk – yazılı ve modern hukuk evrimleşmesi gerçekleşerek belki de daha modern ve daha güçlü bir hukuk sistemi ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak hukuk her seferinde yok olsa bile aynı sırayı takip ederek, dünyada sadece 3 – 5 tane küçük kabile kalsa bile yeniden evrimleşip kendisini meydana getiriyordu.
Bunu Evrim Ağacı adlı kanalda Mert’in çok üzerine basa basa belirttiği bir evrim mantığından yola çıkarak açıklayabiliriz: Dünyada milyonlarca canlı yok olmuştur, fakat bir şekilde bazı canlılar hayatta kalmıştır, bu gün dünyada bulunan canlılar aslında o hayatta kalanların torunlarıdır. Dolayısıyla canlılık da tarih boyunca 6 kadar yok oluş geçirmiştir. Sonra tekrar var olmuştur. Hukuk da aynen o şekilde gerçekleşiyor. Doğada ve hatta insanlarda da olduğu gibi yok oluş, kendi var oluşunu meydana getiriyordu. Yine sadece birkaç insan kalsa bile o insanlar var olacaktır, o var olan insanlar yine aralarında bir şekilde yukarıda bahsettiğim evrim sırasını tekrarlayarak yeni bir hukuk evrimleştirecektir.
Dolayısıyla hukuk kendisini yok etmez, sadece insanlar Kabaetler kanunu yazarlar. Bu kanunda belirli bir süre sonra yok olmak zorundadır. Çünkü her zalim kendi kahramanını da yaratır. Elbet birgün birisi çıkacaktır ve bu hayatı zorlaştıran düzeni ortadan kaldıracaktır. Çünkü huzur insanın en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Öyle ki Maslov adlı eğitim bilimcinin geliştirdiği ihtiyaçlar hiyerarşisi adlı teoride insanın en alt düzey ihtiyaçları “uyku, beslenme, barınma ve sekstir” ve insan bunları karşılamazsa bir üst düzey ihtiyaçlarına ulaşamaz, yani öğrenme olayı gerçekleşmez diyor. Dolayısıyla Necip Fazıl isimli bilim uzmanının Kabaetler teorisine göre insanın en temel ihtiyacı hukuktur. Çünkü en başta yaşayan ve nefes alan bir insan uyumak, yemek yapmak, ev yapmak ve seks yapmak ister. Ölü bir insan Maslovun teorisine hiç girmiyor. İnsanı yaşatmak için de yukarıda bahsettiğim distopyayı ortadan kaldıran sağlıklı bir hukuk sistemi gerekmektedir. Tabi ki hasta olan her canlı da ölmüyorsa elbet bir gün sağlığına kavuşur. Dediğim gibi ölürse de yeniden doğmak zorundadır.
Bütün bunların üstüne de sos olarak Kabaetler kanunun “haklı olarak” isimli başlığını açıklayarak sizleri uğurlayalım. Lise 2.sınıfta Vatandaşlık dersi görmüş olan benim gibi Boomer abileriniz şunu çok iyi bilir: hukuk size bazı temel haklar tanır. Fakat serserilerin ve eziklerin hukuku olan kabaetler hukuku ise size haklar değil, “haklı olaraklar” tanır size.
Örneğin bir insan haklı olarak:
- Size küfredebilir, çünkü onun küfretmesini haklı gösteren ama seni koruyan bir hukuk sistemi yok.
- Sizi öldürebilir, çünkü başkalarını da öldürebilir, bu yüzden dokunulmazdır.
- Sizi dolandırabilir, çünkü dolandırıcılık suçunu oluşturan unsurlar kuruluyorsa bir korumaya ihtiyacınız vardır, yoksa hukukun “suçu oluşmadan önlem almak” gibi bir özelliği yoktur.
- Size tecavüz edebilir, çünkü bunu açıklamaya bile gerek duyamıyorum, ata, eşşeğe, ayakkabıya, damacanaya, BigMac Hamburgere, oyuncağa ve uzaylıya bile tecavüz edilen bir ülkede vücudunda uzunlamasına bir organ olan herkes onunla ne yapabileceğine kendisi karar verir.
- Malınızı mülkünüzü çalabilir, çünkü bir hırsız evinize girdiğinde siz ona şiddet uygularsanız “orantısız şiddet kullanmak” konusunda hırsız sizden şikayetçi olabilir fakat siz “nefsi müdafa” yapmış olmazsınız.
- Televizyonlar, sosyal medya ve tüm yayın kanalları suç haberleri ve öfke pompalamak adı altında suçu meşrulaştırabilir ve hatta insanlara yeni suç işleme yöntemlerini diziler, filmler yoluyla öğretebilir. Çünkü kötü insanların bulunduğu bir yerde örneğin içindeki en havalı filmin bir katil veya soyguncu olduğu, bu suçu dramatize edildiği, ördekler ve tavuklar vadisi şeklinde bir dizi veya en havalı karakterlerin hep suç işleyen gençlerden oluşan lise filimleri çekilir. Çünkü bunlar para kazanıyordur.
- Öğretmene yapılan küfüredebilir, bu küfürden de yine öğretmen suçludur. Çünkü onlar her zaman haklıdır. Çünkü devir onların hegomanyasında.
- Trafikte veya sadece yolda yürüyüş yaparken saldırabilir, neticede hakimin karşısına geçerek “ben deliyim haaaakiiimmm bey, kafama esti ve bir adam öldürmek istedim, kaarrrrşıııma o çıktı” diyebilir. Ki bunu diyen 3 – 4 tane davayı gazetelerde gördük, ceza almadılar.
- Hak yiyebilirler, hırsızlık, dolandırıcılık, gasp, yasadışı kumar ve bahis oynayabilirler. Çünkü bunları yapmak suç değildir, yaptırmak suçtur.
- Düşüncelerinizi ifade etmenizi engelleyebilir, çünkü söylediğin düşünce o hoşlarına giden çürümüş ve yozlaşmış ortamı temizlemeyi öneriyor olabilir. Bu inanılmaz bir haklı sebeptir. En basitinden tuvaletteki bakteriler sifon çekmenizi istemez.
Kabaetler kanununa göre insanların haklı olarak yaptıkları daha bir düzine daha madrabazlık sayabilirim. Ama saat on olmak üzere. Kısaca kabaetler kanununa göre ana fikir şu şekildedir: insanlar haklıysa (aynı zamanda güçlü ve adiyse) istediklerini yapmakta özgürdür. Kimse onlara “sen haklıysan, senin hakkını arayacağın da bir hukuk sistemi var, git hakkını orada ara, bana bu şekilde davranamazsın” diyemez. Çünkü adi, güçlü ve haklı…
Neyse… Son olarak bütün bunların ruhunuzda oluşturduğu çöplüğü temizleyecek tek bir düşünce var: insanlar haklı olarak sana bir takım ahlaksız davranışlar sergileyebiliyorlar, fakat bu onların ahlaksızlığı, senin değil. Dolayısıyla onların acizliği de beni çok alakadar etmiyor. Kendi kirlerinde boğulabilirler, çünkü haklılar.