Linux’a geçiş denemeleri

Linux adlı yazılım 1998 yılında Linus Torvalds adlı bir bilgisayar mühendisliği öğrencisi tarafından dönem ödevini yapmak için geliştirilmiş bir işletim sistemidir. Açılımı “Linus’un Minix’i” manasına gelmektedir. Linus hocasından “Intel firmasının i386 işlemcisini test etmek” şeklinde bir ödev almıştı ve o zamanlarda bulunan Minix işletim sisteminin kodlarını ödevi kapsamında yeniden düzenleyerek bu ödev için yeni bir işletim sistemi çekirdeği üretmişti. Üretmiş olduğu bu işletim çekirdeğini okulunun öğrenci forumunda da paylaşınca diğer öğrenciler tarafından da aşırı düzeyde sevildi ve geliştirildi. Ortaya çıkan şey ise günümüzde Linux diye bilinen hepsi birbirinin kodundan çatallanarak üretilmiş, aralarında bizim milli işletim sistemimiz Pardus’un da bulunduğu Debain, CentOS, Gentoo, OpenSUSE, Ubuntu, Slax, Kalilinux, RedHat, Linux Mint, Fedora Core, Endles OS ve daha niceleri bulunmaktadır.

Linux dağıtımlarının bu renkli dünyası gerçekten insanı heyecanlandırıyor. Buna karşılık ilk dağıtım olan Linux adlı yazılım da 1991’den beri hala geliştirilmeye devam ediyor ve Linux vakfının kaynakları incelendiğinde 5.17 sürümünün en son yayınlanan kararlı sürüm olduğu görülmektedir.

Aslen Linux, yukarıda bir kaç tanesini örneklendirdiğim işletim sistemlerinin her birinin ayrı bir dağıtım olduğu geniş bir işletim sistemidir. İnsanlar kendi ihtiyaçlarına uygun olan işletim sistemini genellikle ücretsiz ve açık kaynakları olarak indirip bilgisayarlarına kurabilmektedir. Bu işletim sistemi ailesi ise Unix tabanlıdır. Aslında günümüzde Buz dolabı, çamaşır makinesi ve Televizyon haricindeki tüm cihazlarda bulunan yazılımların tamamı Unix tabanlı işletim sistemidir. Yani işletim sistemi olarak değil de Firmware (Gömülü yazılım) olarak anamayacağımız ne varsa, o var olan da bir cihazı çalıştırmaya yarıyorsa, yani işletim sistemi olarak adlandırılabiliyorsa kesin olarak Unix tabanlıdır. Yani aralarında MacOS (iPadOS ve iOS’da dahil), Windows (tüm sürümleri) ve Linux (Tüm sürüm ve ailesinde bulunan tüm türev dağıtımları) hepsi Unix işletim sisteminden çatallanarak ortaya çıkmıştır.

Yukarıda Linux işletim sisteminin ilk defa Minix işletim sisteminin farklılaştırılmasından ortaya çıktığını hatta isminin de buradan geldiğini yazdım. Şimdi ise Unix’ten bahsediyorum. Dengesiz miyim ben? Evet ama konu o değil. Konu şu: Aslen Minix işletim sistemi de Unix işletim sisteminin yeniden yazılması ile ortaya çıkmış bir işletim sistemiydi. İlk defa bilgisayarlarda yazılım ile donanımı birbirinden ayırıp özelleştirilebilir bir işletim sistemi ortaya koyma fikri IBM mühendisleri tarafından ortaya konulmuştu ve Unix işletim sistemi ortaya çıkmıştı. Bir IBM alan bir kişiye yanında ücretsiz olarak Unix işletim sistemi de geliyordu. Böylece kullanıcı bilgisayarla ne yapmak istediğine kendisi karar veriyordu. Bu tamamen kullanıcının hayal dünyasına kalmış bir şeydi. IBM mühendisleri donanımın yanında verilen bu yazılımın ücretsiz olması inanışındaydılar. Fakat araya daha ve daha para girdi ve IBM Unix yazılımını parayla satmaya karar verdi. Bu aslen o yazılımı geliştirmiş ve yazılım üzerinde söz sahibi olması gereken mühendisleri üzmüş olacak ki bir mühendis kendisi oturup C programlama dilini kullanarak Unix işletim sisteminin tamamını tekrar yazdı ve bu kodları ücretsiz olarak internette yayınladı.

Ürünü geliştirip parayı kazandıranların değil de maaş çekini imzalayan kişilerin sözünün geçtiği bu dünyada o sözü geçen kişilerin yaptığı saçma ve baskıcı davranışlar ortaya güzel bir şey çıkardı. Koca yürekli bir adamı üzdüler. 🙂 İşte o koca yürekli mühendis sayesinde bizler şuan Açık Kaynak Yazılım diye bir kavram ile karşılaştık. O mühendis bu şekilde yazıp kodlarını paylaştığı yeni Unix işletim sisteminin adını Minix olarak değiştirmişti. Günümüzde kullandığımız tüm işletim sistemlerinin evrimsel temeline baktığımızda hepsi başlangıçta Minix kodlarını değiştirilerek ortaya çıkmışlardır. Bu evrim süreci üç ana kola ayrılmış: Windows, MacOS ve Linux, Bunların hepsi birçok yeni sürüm oluşturarak yazılım alanını hem ücretli alanda hem ücretsiz olarak aşırı düzeyde geliştirilmiştir.

Bu üç ana koldan sadece Linux açık kaynaklı bir yazılımdır. Linux ailesinde RedHat yazılımı haricinde bulunan neredeyse tüm yazılımlar ücretsizdir. Bütün bu yazılımlar da çok renkli bir dünya oluşturmaktadır. Zaten açık kaynak yazılım mantığı da bu renkli dünyayı oluşturmak konusunda zemin oluşturmaktadır. Bu mantıkta bir yazılım toplumun malı sayılır. Toplumun malı sayılan bu yazılımlar günümüzden GNU ve Apache vakıfları tarafından geliştirilen lisanslar tarafından korunmaktadırlar. Ayrıca bu lisansların maddeleri gereği tamamı açık kaynaklı olarak kalmak zorundadırlar.

Açık kaynak yazılım mantığı ise şu şekilde işlemektedir: bir yazılım projesi gönüllü bir kişi tarafından ya başka bir yazılımın kodları değiştirilmek yolu ile (çatallanma ile) yada sıfırdan farklı bir proje olarak ortaya konulur. Bu tarihten itibaren bu yazılımın geliştirme ekibine gönüllü yazılımcılar ve hatta yazılımcı olmayan gönüllü kişiler katılır ve yazılım harika bir ivme ile genellikle ücretsiz olarak gelişir.

Bütün bunlara karşılık yazılım ücretsiz olmasına rağmen para kazanmıyor manasına gelmez. Zira bir çok açık yazılım vakfı ürettiği yazılımın yanında gönüllü mühendisler tarafından verilen profesyonel hizmetler yoluyla çok güzel paralar kazanmaktadır. Ayrıca bunlar bir vakıf olarak kuruldukları için bağışlar yoluyla da gelirleri bulunmaktadır. Çok güzel para kazanan vakıflara örnek olarak Mozilla ve WordPress vakıflarını örnek olarak verebilirim. Bu vakıflar vakıf olmasına rağmen bazı şirketlerden daha güçlü bir ekonomik yapıya sahiptir ve ücretsiz verdikleri bu yazılımlar sayesinde dünyada onlarca ülkeye şube açmış durumdadırlar. Linux ailesinin tüm dağıtımları da aynen bu şekilde yazılımlardır.

Açık yazılım ve Linux’un bu hali beni her zaman heyecanlandırmıştır. Bu sebeple her zaman bir iş yapacağım zaman önce o yazılımın ücretsiz ve açık kaynaklı bir alternatifi var mı diye bakıyorum. Böylece kendimi korsandan koruyorum. Örneğin Windows işletim sistemini korsan kullanmak yerine Linux işletim sistemi kullanıyorum. Yada Photoshop yazılımını korsan kullanmak yerine GIMP yazılımını kullanıyorum. En basitinden SolidWorks gibi yazılımlara 15 bin dolar gibi anormal paralar vermek yerine başlangıçta FreeCad gibi yazılımları değerlendirmeye çalışıyorum. Kaldı ki bir mühendis Türkiye gibi ortamda 15 bin dolar kazanabiliyor mu da SolidWorks için o parayı versin. Şaşırıyorum doğrusu. Yani başlangıçta Özgür ve açık kaynaklı yazılımlara öncelik vermek bir ihtiyaçtır aslında.

Bu kadar şeyi anlatmış ve henüz Linux’a geçiş denemelerimi anlatamayan birisi olarak eskiden beri hep şu soruyu merak ederdim: yazılım geliştiriciliği işi çok ağır düzeyde ilim gerektiren ve zor bir iştir, bu kadar ilim gerektiren bir şeyi nasıl ücretsiz verebiliyorlar? Ayrıca bazı yazılımların neredeyse tüm alternatifleri ücretsiz olmasına rağmen örneğin Web Panel gibi bazı yazılımlarının nasıl oluyor da tam manasıyla ücretsiz ve kaliteli olan bir kopyasını bulamıyorduk?

Bu sorumun cevabını da yakın bir zamanda almış bulunuyorum. Zira bu projelerde çalışan gönüllü yazılımcılar için bu projeler aslında bir portfolyodan ibarettir. Yeni mezun olmuş bir kişi bu projelere girer ve bir süre bir şeyler geliştirir. Zaten yukarıda bu geliştirme sürecinin tamamen parasız değil, tam aksine iyi paralar kazanarak geçtiğini söylemiştim. Fakat bir kişi böyle birkaç projede çalışarak portfolyosunu geliştiriyor ve sonrasında iş başvurusu yaptığı firmalara bak ben şu yazılım geliştirmek için şu şu kodları yazdım deyip bu vakıflara yaptığı katkıları referans olarak gösterebiliyor. Bu da bedavaya emek vermek için çok güzel bir yöntem. Öte yandan ortaya güzel bir sonuç çıkıyor. Bana göre ilim toplumun malı olmalıdır. Bu da çok güzel bir şeydir.

Bu ve bunun gibi daha nice sebepler beni yıllardır Windows kullanmama rağmen Linux’a bir şans vermeye zorladı. Öncelikle Pardus işletim sisteminden başlayarak bazı Linux sürümlerini sanal makine üzerine yükleyerek Windows işletim sistemi yanında kısıtlı bir şekilde kullanmaya başladım. Sanal makineleri kurduğum bilgisayarın güçlü bir işlemciye sahip olmasından dolayı burada kullandığım Linux sürümleri hiç bir performans ve stabilite sorunları göstermediler. Denediğim işletim sistemeleri Pardus, OpenSUSE, Fedora ve Ubuntu yazılımlarıydı. Sonrasında bu işletim sistemleri bilgisayarıma yükleyip aktif bir şekilde çalışmam gerektiği kanaatine vardım. Bu sebeple öncelikle Pardus işletim sistemini bilgisayarıma yükleyerek Linux’a geçtim. Devamında ise yaşadığım bir dizi sorun benim Pardus’u terk edip Alman Nowell Netware firması tarafından geliştirilmiş OpenSUSE işletim sistemine geçmeye itti. Fakat bu işletim sistemi de bazı yerlere günde 50 defa parola girmemi istiyordu. Parola girmekten ne çalıştığımı unutuyordum. Son olarak en kaliteli olanı Ubuntu’dur dedim ve Ubuntuya geçtim. O da hüsran. Artık tekrar Windows 10’a geçip kişisel araştırmalarıma öyle devam etmeye karar verdim dün itibariyle. Beni bu şekilde döndürüp dolaştırıp tekrar Windows’a iten sorunları ise aşağıda sıraladım.

Başlangıçta Pardus işletim sistemini denemek istedim. Çünkü her zaman yakından – uzağa kuralını uygulayan birisi olarak öncelikle kendi milli işletim sistemimize bir şans vermemek tabi ki olmazdı. Fakat 2002 yılından beri aşırı büyük bir ekip tarafından geliştirilen böyle önemli bir işletim sistemi bence bu kadar ciddi ve kronik sorunları taşımaması gerekir. 21 yılın sonunda ortaya konulmuş olunan Pardus 21 sürümünün tüm stabilite sorunlarının geçen 21 yıllık süreç içerisinde çözülmüş olması gerekirdi. 21 yıl içerisinde Microsoft, çok daha küçük bir ekip ile Windows XP işletim sistemini Windows 11 gibi bir işletim sistemi haline getirebiliyorsa ve son kullanıcı bu işletim sistemi ile neredeyse hiç bir can sıkıcı sorun ile karşılaşmıyorsa bence bunu TÜBİTAK’ta yapabilirdi. Fakat yapmadı, yapmayı tercih etmedi. Pardus kullandığım bir kaç ay içerisinde karşılaştığım birkaç kronik sorun ise şunlardı: Öncelikle yazılım bir yazılımı açmamak, bir paketi kurmamak gibi saçma sapan sorunlar ile geliyor. Daha önce de sanıyorum kapanırken hatalar vermek gibi şeyler yapıyormuş. Düzgün kapanmak gibi bu çok zor işi (!) daha yeni çözmüşler. Bilgisayara kurduğum ilk günden son güne kadar zaten Grub Ön yükleyicinin ayarlarını kurcalayarak işletim sisteminin düzgün yüklenmesini sağlama sorununu çözmeye çalıştım. Başaramadım. Son olarak Pardus normal dururken kendi kendine bozuluyor, çöküyor, ne olduğunu bilmediğim bir sebeple kendisini yeniden başlatıyordu. Yeniden başladığında da işletim sistemi put gibi donup kalıyor, ne Wifi’ye bağlanıyor ne bir yere tıklayabiliyorsun. Pil ayarlarını bile değiştiremiyorsun ki bilgisayara uzun süreli bir download işlemi yaptığında bilgisayarı açık bırakıp gidebil. Yine bir gün büyük bir dosyayı Google Drive hesabıma yüklemeye çalışırken pil ayarlarını uyku moduna geçmeyecek bir şekilde ayarlayıp uyumuştum. Sabah kalktığımda ise bilgisayarı patatese dönmüş vaziyette aldım aynı şekilde. O gün Pardusu kaldırarak OpenSUSE’a geçtim.

OpenSUSE’un sahip olduğu bir sorunu ise yukarıda belirtim zaten. Kendine ait bir şifre veri tabanı var. Bu şifre veri tabanı zaten çok anormal ve anlaşılmaz bir şey. Şifreleme yöntemini bile bana soruyor, seçtiğim bir şifreleme yöntemi ile ilgili de elli defa hata veriyor. Dıng o olmadı dıng bu olmadı… Neyse hasbel kader bir şifre oluşturmayı başardığımızda da bir programı çalıştırmaktan Wifi’ye bağlanmaya varıncaya kadar o şifreyi istiyor. Başlangıçta olayı anlamdım ulan bilgisayarı kapatıp açtığım zaman WiFi’ye istesem de bağlanamıyorum. Dönüp dönüp iptal oluyor. Meğer her seferinde o belirlediğim şifreyi girerek yetkilendirme yapmam gerekiyormuş. Şimdi bilgisayara açmış olduğum kullanıcı hesabı nedeniyle şuan kullanan kişinin bilgisayarın esas sahibi olduğu belli. Bu yetkilendirmeyi aynı oturum içerisinde wife’ye bağlanmak, bir dosyayı açmak, bir güncellemeyi yüklemek, LibreOffice Writer yazılımını açıp iki satır yazı yazmak için bile neden tekrar tekrar ve tekrar yazıyorum. Bu bir süre sonra öyle bir duruma geliyor ki mause ile bir yere tıklayınca hemen o tık için bir yetkilendirme yapmam gerekmeye başladı. Oha dedim. Bir hafta ancak kullandıktan sonra kaldırmak zorunda kaldım bu “olağan üstü güvenli” işletim sistemini. Kaldı ki OpenSUSE’un yerelleştirmesi de çok kötüydü. İşletim sistemini kurarken Türkiye’yi seçiyorsun, Türkçe Q klavye ayarlıyorsun, İstanbul saat dilimini kuruyorsun bilgisayar bir açılıyor her şey İngilizce. Eee, daha neden benden o kadar kişiselleştirme ve yerelleştirme bilgisi aldın? Sonra yazılımları tek tek Türkçeye çevirmek için yüklemek zorunda kaldığın paketleri de yüklemek için 50 defa şifre girmek zorunda kalıyorsun. Bu sebeple Ubuntuya geçtim.

Ubuntu gerçekten de bu konuda kaliteli bir işletim sistemi. Hatta başlangıçta da çok beğenerek kullandım. Neredeyse 10 aydır da kullanmayı başardım. Fakat ne olduğunu bilmediğim konusunda bilgisayar açılınca onlarca dakika kasıyor. Kasıyor, kasıyor ve kasıyor, internet tarayıcısını 15 dakikada açıyor. Geçen gün sadece Google üzerinde “Ubuntu Auto Start” aramasını yapmak için 25 dk uğraştığımda tamam dedim ve “hayat sadece bir Google araması yapmak için 25 dakika uğraşmak için çok kısa” dedim. Gerçekten de öyle. İşin garip tarafı sanal makine için ayarladığım çok düşük imkanlarda bile sorun çıkarmayan bu işletim sisteminin doğrudan bilgisayara kurulunca neden kastığını anlayamadım. Bu kasma bazen saatlerce sürüyor. Muhtemelen kurulum yaptığım bilgisayarın işlemcisi ve sürücüleri ile ağır bir uyumsuzluğu var. Öte yandan bir bilgisayar her ALLAH’ın günü mü bir ton güncelleme alır. Bir de ben o güncellemeleri kapatma ve erteleme komutları verdiğimde bile buna devam ediyor. Her gün her saniye güncellemesi var. Ama her gün. Güncelleme yaparken de kasma yaptığı için kullanamıyorsun. Kısaca ben o bilgisayarla oturup ağız tadıyla iki şey okuyamadım. Sadece güncelleme yaptım ve kastım. Ayrıca görsel ara birimi olan bir işletim sistemi olmasına rağmen neredeyse her bir işlemi komut tabanlı arabirim (kabuk) üzerinde yapmak zorunda kalıyorsun. Sürekli kabuktan işlem yaptığım sürüm ise sunucu sürümü değil, desktop sürümü. Bir programın kısa yolunu masaüstüne yerleştirmek için bile kabuk üzerinden siyah ekrandan bir dizi işlem yapmam gerekiyor. Ayrıca son kullanıcı için geliştirilmiş bir işletim sistemi olarak bir programın düzgün çalışması gereken ayarları bile neden ben yapıyorum da başlangıçta kendisi otomatik yapılmıyor. Örneğin bir program kuruyorsun bu kurulumun düzgün çalışması için bilgisayar her açıldığında o programın arka planda varsayılan olarak çalışmaya başlaması lazım. Fakat ubuntu varsayılan olarak hiç bir uygulamayı başlangıçta çalıştırmıyor. Ayar yapmak zorunda kalıyorsun. Bunun için işletim sistemine Auto Start-Up diye bir araç dahil etmişler. Bu yazılımdan filanca üçüncü parti uygulamayı bilgisayarla beraber başlatması için talimat veriyorum. Bu sefer vermiş olduğum talimatı da iplemeyerek yine kendi bildiğini yapıyor. Kaldı ki ben kendim kullanamadığım, yönetemediğim, onun beni yönetmeye çalıştığı yazılımlardan nefret ederim. Yazılım yazılımlığını bilecek, kullanıcı kullanıcılığını. Başlangıçta seni bilgisayara kuran da benim zaten. Kime artistlik yapıyor anlamadım gitti. Öte yandan bazı şeyleri kabuk üzerinden siyah ekranda kod yazarak bile yapman mümkün değil. Örneğin WineHQ yazılımını kurarak bir Windows yazılımını bu yolla Ubuntuya kurmaya çalıştım, olmadı. Şu yazılımları bilgisayar başlangıcında başlatmak işlemini kabuktan (terminalden) yapmaya çalıştım olmadı. Çünkü internette insanlar bir yöntem anlatıyor, bende oldu diyorlar, aynısını yapıyorsun olmuyor. Çünkü anlatan kişi Ubuntu 18 sürümünde anlatmış. Bendeki 22 sürümü. Ubuntu öyle bir şey yapıyor ki, örneğin 18 sürümünden 19 sürümüne geçerken işletim sisteminin tüm düzenini adeta sıfırdan yeni bir işletim sistemi ortaya koymuşcasına değiştiriyorlar. Ubuntu 18 ile Ubuntu 22’inin aralarında ortak nokta bile yok. Benzerlik bile yok. Ayrıca her haltı ben kendim 50 şey için komut vererek yapmam lazım. Dolayısıyla işletim sisteminin tüm düzeni her sürümde tamamen değiştiği için çoğu zaman verdiğim komutlar da işe yaramıyor. Ben bilgisayara bir şeyler okumaya mı oturuyorum terminalden kabuktan komutlar vermeye mi çalışıyurum.

Bütün bu deneyimim bana şunu anlattı: Linux son kullanıcı için bir işletim sistemi değil. Sunucu üzerinde gayet düzgün çalışan bir işletim sistemi olmasına rağmen eğer sen bilgisayarını açıp YouTube’dan video izleyeceksen Linux kullanamazsın arkadaş. Neden? Çünkü bu işletim sisteminin Desktop versiyonlarında bile o kadar fazla güvenlik önlemi koymuşlar ki bilgisayarın gerçek sahibine bile resmen hacker gözüyle bakıyor. Arkadaş bu kişisel bilgisayarım benim. En azından kişisel bilgisayarımı rahat rahat kullanmama izin vermesi lazım. Olmuyor. Öte yandan her bir işlemi senin kendin yapmanı bekliyor. Hiç bir otomatikleştirme yok. Bu da aslında bu işletim sistemlerinin bilgisayarı günlük kullanan sıradan insanlar için değil de bilgisayar konusunda aşırı derece yüksek ilmi olan, bu ilme vakıf insanlar için geliştirildiğini gösteriyor. Bilgisayar bilimine iyice hakim bir kişi işletim sistemini kurarken bile paketleri tek tek kendisi derlemesini bilir. Arkadaş, ben Desktop sürümünü indirdim demek ne demek? Ben bu bilimde cahilim demek oluyor. Benden neden her paketi kendimin derlememi bekliyorum. Derle, paketle, ben de kurup kullanayım. Kurma işlemini de neden siyah ekranda yapıyorum. Paketin üzerine çift tıklayarak kurayım. Kurduktan sonra da tamamen düzgün çalışacak şekilde kurulsun. Ben neden hemen kurulum yaptıktan sonra bir dizi sorunla daha uğraşıyorum?

Tabi ki burada yazdığım bazı sorunlar haricindekiler o işletim sisteminin kalitesizliğini değil, benim aslında başlı başına bir yazılım bilimi haline gelmiş Linux ve açık yazılım konusuna yeterince hakim olamamamdan kaynaklanan sorunlardır. Ama dediğim gibi ben o bilgisayarı internetten bir şeyler okumak için kullanmak istiyorum. Bilgisayar bilimi konusunda sanal makineler kullanırım.

Stabil çalışmak için bile birçok sorunun, aslında öyle olmaması gerekirken, kronik hale getirilmiş olması; aslında gönüllü yazılımcıların geliştirdiği yazılımların Windows gibi ücretli yazılımların yanında yeteri kadar kalite kriterini sağlayamadığını göstermektedir. Bu yüzden Windows’a geri dönmeye karar verdim.

Aslen bir yazılım geliştiricisi özgür bir yazılım üzerinde aşırı miktarda düşünemiyor. Çünkü esas beyin enerjisini çalıştığı şirket için ayırıp ancak çok az sayıda bulabildiği boş vakitlerini bu iş için ayırabiliyor sadece. Dolayısıyla her ne kadar özgür yazılıma öncelik versem de sonrasında kalite sorunları yine ücretli yazılımlara bizi itip verilerimizin şirketlerin malı haline gelmesine sebep oluyoruz. Öte taraftan da bir yazılımcı portfolyosuna koymak için bir özgür yazılım geliştiriyor, o yazılımda aşırı yüksek özelliklerin olmasını beklemiyorsun tabi, fakat var olan sınırlı özelliklerinin bile düzgünce planlanmamış olması portfolyaya ne kadar güzel bir örnek oluyor, onu da benim kafam basmıyor.

Dolayısıyla özgür yazılım olayı ancak bir şirket tarafından desteklenirse yeterince başarısız oluyor. Örneğin kendisi de bir Linux dağıtımı olan Android yazılımı Google tarafından desteklendiği için bu gün dünyanın en çok kullanan ve bana göre en kaliteli olan mobil işletim sistemidir. Ayrıca WordPress gibi yazılımlar WordPress vakfı tarafından desteklendiği için değil WordPress şirketi tarafından desteklendiği için bu gün dünyanın en çok kullanılan ve en kaliteli olan içerik yönetim sistemidir. Bunu da yapmak gelecekte bizlere kalmış bir iştir. Ne diyelim, gelecekte görüşmek üzere.

TEPEYE DÖN