Tanrılar Bakteri Olabilir mi?

İnsan için bir yaradılış hikayesine ve bir yaratıcıya inanmak bir ihtiyaçtır. Bunun evrimsel, psikolojik ve sosyolojik gerekçeleri vardır. Bu sebeplerden birincisi bir şeye inanmak insanlar için evrimsel açıdan aidiyet duygusu oluşturduğu için yaşama amacı sağlamak açısından fayda sağlıyor olabilir. İkinci neden ise bir tanrıya ait olmak psikolojik olarak o tanrı tarafından sağlanan bir koruma olduğu yönünde bilinç altımıza bir mesaj veriyor olabilir. Üçüncü nedense bir tanrının varlığı sürü halinde yaşayan bir hayvan olan insanın sürüyü bir arada tutmasını kolaylaştıran bir değer olması olabilir.

Bu gibi sebeplerden dolayı insan var olduğu günden günümüze kadar bir çok farklı dini inanış üreterek kendine ait ritüeller geliştirmiştir. İnsanı diğer hayvanlardan ayıran bir şey de bu olmuştur. Bu üretilen tanrılara çeşitli sıfatlar yakıştırılmıştır. Genelde insanı yarattığı, toprağı yarattığı, çeşitli canlıları yarattığı, doğayı yarattığı yönünde ifadeler bulunmaktadır. Üstelik bu kadar çok şeyi yaratan tanrıların hiç birini de kimse görmemiştir.

Peki bu kadar çok şeyi yaratan ve hiç kimse tarafından görülmeyen tanrı bir bakteri olabilir mi?

Bu soruyu yanıtlamak için çeşitli yaratılış hikayeleri ve çeşitli mitler, dini inanışlar ve ritüller üzerine bir kritik yapacağım.

Yaratılış üzerine hipotezler

İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi İbrani dinlerin tamamında tek bir tanrı inanışı vardır. Bu inanış biçimine “monoteizm” denilmektedir. Bu tek tanrı göğün ve yerin tek yaratıcısıdır. İnsanları, yerde ve gökte olan her şeyi o yaratmıştır. Hatta öyle ki biz kendi davranışlarımızdan bile sorumlu değiliz, bize o davranışları o tanrının yazmış olduğu “kader” yaptırmıştır. İşin garip olan tarafı bizi yaratmadan milyarlarca yıl önce yaratmış oluğu 300 milyar kadar galaksinin işleri ile uğraşmayıp bizim her davranışımızı sonuna kadar kontrol etmektedir, ödül ve ceza sistemi uygulamaktadır. Bu tanrı hiç anlaşılmayan bir sebepten dolayı insanın kendisine tapınmasını istemiş ve topraktan insanı yaratmıştır.

Bunun yanında Türklerin de İslamiyetten önce inandıkları dinlerden birisi olan Tengri gibi inanışlarda da yine İbrani dinlerde olduğu gibi göklerde konumlandırılmış veya her yerde olan bir tanrı figürü bulunmaktadır. Fakat bu tanrının bazı yardımcıları bulunmaktadır. Bu inanış kapsamında toprağı yöneten bir yardımcı tanrı, suyu, güneşi, rüzgarı, bitkileri vesaire yöneten ayrı yardımcı tanrıların olduğu yönünde inanışlar bulunmaktadır. Bu inanışlarda insan ve bunun davranışları tanrı için tamamen önemsizdir, önemli olan tek şey doğaya saygı duymaktır. Bu inanışlarda insan da doğanın içinden bir parçadır. İnsanın varlığı doğadaki tüm unsurların varlığına bağlıdır, insan doğadan ve diğer her şeyden ayrı ve üstün bir konumu bulunmamaktadır. Yaradılışı da yine bir çok unsurun bir araya gelmesinin bir yan ürünüdür aslında.

Bu gün dünyada birçok topluluk tarafından inanılan çok tanrılı inanış sistemlerinde ise insan tamamen önemsiz bir yere sahiptir. Farklı şeyleri yöneten ve birbirinden tamamen farklı karakterlere sahip tanrılar bulunmaktadır. Bu tanrılar bazen bir heykel, bazen bir hayvan veya bazen hava – su – ışık gibi bir ekolojik unsur olabilmektedir. İnsan da genelde istediği şeyin mahiyetine ve kendini yakın hissettiği tanrıdan bir şeyler istemektedir. Bu tip inanışlarda ise insanın varlığı biyolojide bildiğimiz enerji ve besin döngüsüne benzemektedir. Yani başlangıçta insan topraktır, sudur; daha sonra bir şekilde bir bitki veya hayvanın bir vücut unsuru, örneğin bir proteini veya vitamini haline gelir; besin döngüsü içerisinde canlılar ölür ve öldürür, bu sırada bu unsurlar bir kadının vücudunda toplanır ve insan yaratılır. Yani görünmez bir takım unsurların doğa içerisinde devir-daimi söz konusudur.

Mitoloji

Bu aralar sosyal medya üzerinde mitoloji üzerine bazı kanalları takip etmekteyim. Aslen daha önce den mitoloji hakkında az buçuk bilgiliydim. Gerek lise yıllarımda almış olduğum felsefe derslerinden, gerek çeşitli yerlerde izlemiş olduğum filmlerden… Fakat Mitolojik İnciler adında bir kanal üzerinde izlediğim hikayesel bir anlatımda ise insanların vakti zamanında hararetli bir şekilde inanmış olduğu Mitlerin esas kökenleri hakkında bilgiler öğrendim.

Öncelikle Mitoloji dediğimiz şey topluma ve kültüre göre değişmekteydi. Yunan, Roma, Sümer, Pers ve Türk mitolojisi gibi inanış sistemleri bulunmaktaydı. Bunların hepsinin ortak özelliği ise hepsinde farklı uzmanlık alanlarına sahip tanrıların bulunmasıdır. Birbirine coğrafi yakınlığı olan kültürlerde ise ortak tanrılar bulunmaktaydı. Örneğin Yunan mitolojisinde bulunan Hades adındaki tanrı Roma mitolojisinde Plüton adı verilen bir tanrıdır. Başka bir örnekte ise Yunan mitolojisinde bulunan tanrıların anası niteliğindeki tanrı olan Gaia, Roma mitolojisinde Terra ve Sümer mitolojisinde ise Kibele olarak geçmektedir ve bu tanrıların karakteri, işi ve hikayeleri birbirine benzer ögeler içermektedir.

Hafızamın çok iyi olmaması, not almadığım şeyi kolayca unutmam gibi sebeplerden dolayı hikayelerde verilen bilgilerin hiç birini net anımsayamıyorum. Fakat hatırladığım kadarıyla bu tanrıların insanlar tarafından insan olarak resmedilmelerine karşılık, tanrıların aslında doğadan bir unsur olduğunu bilmekteyiz. Örneğin Gaia adını verdiğimiz tanrı aslında topraktır, Kronos zamandır, Uranüs gök yüzüdür vesaire. Bu tanrılarda ensestlikte bulunmaktadır. Örneğin Gaia (toprak) kendi kendine üreyerek Uranüsü doğurmuş, Uranüs de annesi olan Gaia ile çiftleşerek Kronosu yapmıştır vesaire….

Böyle kafa karıştırıcı ve entrikalarla çevrili olan hikayerde dikkat edilmesi gereken şey ise tüm mitolojik anlatıların aslında biraz kısır bir şekilde Dünyanın ve canlı yaşamın oluşumunu konu alıyor oluşlarıdır. Örneğin başlangıçta hiçbir şey yoktur, her şey bir kaos içerisindedir, sonra bir şekilde su, toprak ve hava var olmuştur. Toprak gök yüzüyle üreyerek zamanı var etmiştir. Zaman toprakla ve su ile üreyerek insanı ve hayvanları var etmiştir. Bu var ettiklerine çeşitli özellikler falan vermiştir. İnsana verecek çok özellik kalmadığı için insana da ateşe hükmetme becerisi vermiştir falan. Sonrasında zaman çiftleşme yoluyla yarattığı bu şeylerin hepsini yiyip yok etmeye çalışmış vesaire.

Bilimsel hipotezler

Yukarıda hak veya batıl olan birçok inanış biçimini sıraladım. Bunlara kimin inandığı, kimin inanmadığı veya düşüncelerime kimin katıldığı, kimin katılmadığı zerre kadar umrumda değil. Fakat bunları akıl ve mantık ile incelemek gerektiği düşüncesindeyim. Çünkü şuan dünyada var olan 8 milyar insanın bir çoğu bu inanış sistemlerinden en az bir tanesine inanmaktadır. Bu inanışın gerektirdiği tapınma ritüllerini yerine getirmektedir. Kıyıdan köşeden bir şekilde bilimi de etkilemektedir veya bilimden etkilenmektedir.

Bilimde hiçbir şey kesin değildir ve her şey kesinlikle çok şüphecidir. Akıl ve mantık bunu gerektirmektedir. Bu şüphecilik gereği ortaya koyulan her açıklama öncelikle hipotez adı verilen bir önerme olarak ortaya konulmaktadır. Bu hipotez üzerinde deneyler ve gözlemler yapılarak objektif açıklamaların yapılması hedeflenmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken şey ise bilimde ortaya koyulan bazı açıklamaların yukarıda açıklamaya çalıştığım inanış sistemleri ile ortak ögeler içeriyor olmasıdır. Bunlardan bazıları aşağıdaki gibidir.

İbrani dinlerde insanın topraktan ve çamurdan yaratıldığını bahsettik. Hipotezlerde ise birçok temel farklılık olmakla birlikte yaygın kabul göreninde sıvı ortamda kimyasal maddelerin bir karışımı söz konusudur. Bu karışımlar bir şekilde kaynayarak protein denilen maddeleri üretmiştir. Hatta bu ortamda var olduğu var sayılan bu karışımların bir tüp içerisinde kaynatılarak protein üretildiği bu hipotezi ortaya atan bilim insanı tarafından kanıtlanmıştır. Bu proteinler milyonlarca yıl içerisinde birleşerek, suyun ve bulamacın içerisinde bir şekilde ilk bakteriyi üretmiştir. Bu tarihten sonra bizi bir evrim süreci beklemektedir. Bu sürecin sonucunda insan var olmuştur. Yani aslında bazı hipotezlerde insanın bir bulamaçtan (çamurdan) bir süreç içerisinde oluştuğu var sayılmaktadır.

İbrani olmayan tek tanrılı dinlerde de tanrının, insanların saçmalıklarıya uğraşacak vaktinin olmadığı, bu yüzden bunlarla uğraşmadığını, aslolanın doğa olduğunu, insanında sadece doğanın bir parçası olduğunu söylemiştik. Bilimsel perspektiften baktığımızda da evrim sürecinde insanın ayrıca bir öneminin olmadığını görmekteyiz. İnsanın da doğa denilen sürecin bir parçası olduğu hipotezleri hali hazırda kanıtlanmış durumdadır.

Mitolojide ise yapılan anlatıların kısır bir şekilde dünyanın var oluşunu konu aldığını belirtmiştik. Aslen dünyanın ve evrenin oluşum sürecini açıklayan hipotezlerin ortaya atılma zamanları tam da bu Mitolojilerin yaşandığı döneme rastlamaktadır. Bilimde genel kabul gören hipotezler ise güneşin oluşum süreci sırasında ortada kalan toz bulutundan bir şekilde dünyanın var olduğu yönündedir. Bu süreç içerisinde toz bulutu yer çekimi nedeniyle kendi içerisinde çökmektedir. Bu çökme sonucu küresel şekil alan bir top ortaya çıkıyor. Bu top çok sıkıştığı için içerisinde magma oluşuyor, meteorlarla dövüldüğü için su geliyor. Magmanın oluşturduğu volkanik faaliyetlerin su ile birleşmesi sonucu bu gün bildiğimiz canlı yaşam şöyle bir 1 milyar yılda oluşan kısacık bir süreç içerisinde meydana gelmiştir. Yani hipotezlere göre de doğanın ve insanın var oluşu gerçekten toprak, su ve havanın etkileşimine bağlı olduğu var sayılmaktadır.

Sonuç olarak…

“Eee Necip Fazıl, bu inanış sistemleri ve bilimi bakterilere nereden bağladın?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Şöyle ki tüm inanış sistemlerinde görünmeyen bir el var, bu el bazı şeyler yapıyor ve bir süreç ortaya çıkıyor. Bu sürecin insanın var olmasına sebep olduğu sonucu çıkmaktadır. Bilimde de yine insanın ve tüm canlı yaşamın var oluşunun ilkel bir bakterinin var oluşuna bağlandığı görülmektedir. Burada da yine bizi bir süreç karşılamaktadır. Örneğin bu bakteriler için bir şekilde birlikte yaşamak önemli hale gelmiştir, bu sebeple çok hücreli canlılar oluşmuştur. Bu süreç sonunda günümüzdeki canlı yaşamı meydana getirmiştir.

Bakterileri incelediğimizde tamamının tanrılar gibi görünmediğini ama bilindiğini görüyoruz. Zira insanın çok düşük olan görme duyusu bu canlıların varlığını binlerce yıl görmemiştir, fakat yaptığı bazı şeyleri gözlemleyerek var olduklarını fark etmiştir. Zira dikkat edilirse tasvir edilen tanrıların karakteri gibi bakterilerin de hem her yerde, hem hiçbir yerde olduğunu görmekteyiz. Hem yerdeler, hem gökteler. Aslında bizleri ve doğayı da yönettikleri kabul edilen bir gerçektir. Bazı bakteriler vücudunuza girdiğinde sizin duyularınızı ve beyninizi yönetebilir.

Genel kabul görülen hipotezlerde de tüm canlı hayatın bir bakteri ile başladığı görülmektedir. Belki de bakteriler düşünen yaratıklardır. Bunun bir kanıtı var mıdır? Düşünce sonucu çok hücreli canlılar var olmuş olabilir.

Sonuç olarak hem bilimde hem dini inanışlarda ortak olarak insana kadar gelen ve ayrıca şuanda var olan tüm canlıların var oluşuna sebep olan şeyin bir şekilde topraktan ve sudan başladığı kabul edilmektedir.

Fakat bu süreçten sonra devam eden şeyin görünmez bir el tarafından yapıldığı görülmektedir. Bu görünmez el bir şekilde bakterilerin yaptığı şeyler olabilir. Bu şeyler bir şekilde insan tarafından gözlemlenmiş olabilir. Sonrasında ise insan karakteri gereği bu gözlemlenen şeyler ilahi bazı sebeplere bağlanmış olabilir. Hatta bu söylediğim şeyin bilimde bir adı bile vardır: ritüelizasyon. Yani insan, sahip olduğu aklı ilim ve mantık ile desteklemediği zaman yapmış olduğu gözlemleri onlarla ilgili olmayan farklı şeyler ile açıklamaya meyillidir. Bu açıklamalar da insanın yapısında bulunan inanma ihtiyacı ile birleşerek inanış sistemlerini beslemiş olabilirler. Bu şekilde mitler üretilmiş olabilir.

Son olarak her ne kadar din ve bilim, tanrının vermiş olduğu düşünme becerisini kullanmayı tercih etmeyen insanlar tarafından sanki birbirine zıt, birbirini yanlışlayan şeyler olduğu düşünülse de görüldüğü gibi resmen iç içe geçmiş olgulardırlar. Bu sebeple bir yaratıcının varlığı akla ve mantığa uygun olduğu için insanlar böyle inanmış olabilir. Tanrı denilen şey bakteri olabilir, fakat tüm evrenin ve bakterilerin de var olmasını sağlayan fizik kurallarının ve kanunların var olmasını sağlayan bir ALLAH olması da mantığa uygun düşmektedir. Zira ALLAH bizim doğanın “kanunları” olarak bildiğimiz şeyleri yaratmış olabilir. Bu kanunlar da tüm evreni yaratmış olabilir. Sonra da tanrı olan bakteriler bu kanun sonucu ortaya çıkmış olabilir.

Sonraki makale
TEPEYE DÖN